Atatürk öldüğünde başbakan kimdir ?

Melis

New member
Merhaba Arkadaşlar,

Tarihle ilgili konulara hassasiyetle yaklaşırım. Özellikle de Atatürk gibi bir liderin hayatının son anları ve o dönem Türkiye’sinin siyasi dengeleri söz konusu olduğunda. Hepimiz biliyoruz ki 10 Kasım 1938’de Atatürk aramızdan ayrıldığında, yalnızca bir devlet başkanı değil, aynı zamanda yeni bir toplumsal düzenin mimarı da kaybedildi. Peki o dönemde başbakan kimdi? Atatürk öldüğünde başbakan, Celal Bayar’dı. Ancak bu bilgi tek başına kuru bir tarih detayı olarak kalmamalı. Asıl mesele, o günün siyasi atmosferinde toplumsal cinsiyet, sınıf ve hatta etnik kimlik faktörlerinin nasıl bir rol oynadığını anlamak. Gelin bunu biraz tartışalım.

Celal Bayar’ın Başbakanlığı ve O Günün Koşulları

Celal Bayar, 1937’de İsmet İnönü’nün başbakanlıktan ayrılmasının ardından göreve getirilmişti. Atatürk’ün son yılında başbakanlık yapan Bayar, ekonomik ve siyasi alanda “daha liberal” yaklaşımlarıyla biliniyordu. Onun başbakanlığı sadece devletin kurumsal yapısının değil, aynı zamanda halkın sosyal dokusunun da dönüşümünü etkiliyordu.

Ama unutmayalım: Türkiye 1930’ların sonlarında hâlâ sınıfsal eşitsizliklerle, kadınların yeni yeni kazandığı haklarla ve farklı etnik kimliklerin varoluş mücadelesiyle yoğrulan bir toplumdu. Bayar’ın başbakanlığı, işte bu toplumsal çatışmaların ve umutların üzerine oturuyordu.

Toplumsal Cinsiyet Boyutu

Kadınlar için 1930’lar, tarihte bir dönüm noktasıydı. 1934’te seçme ve seçilme hakkı kazanmışlardı. Atatürk’ün ölümüyle birlikte kadınların bu kazanımlarının nasıl korunacağı önemli bir soru haline geldi. Bayar’ın başbakanlığı döneminde kadın hakları, devletin vitrininde yer bulan ama gündelik hayatta sınırlı uygulama alanı bulan bir meseleydi.

- Kadınların empatik yaklaşımıyla bakarsak: Kadınlar bu dönemde büyük bir umut ve aynı zamanda tedirginlik hissediyordu. Çünkü Atatürk’ün vizyonuyla elde edilen hakların devam edip etmeyeceği belirsizdi. Kadınlar için mesele, sadece “yasal kazanımlar” değil; toplumda gerçekten eşit bireyler olarak kabul edilmekti.

- Erkeklerin çözüm odaklı yaklaşımıyla bakarsak: Erkekler, genelde bu süreci “devletin modernleşme stratejisi” olarak değerlendirdi. “Haklar verildi, şimdi kadınlar üretime nasıl katkı sağlar?” gibi daha sonuç merkezli sorular gündemdeydi. Onlar için mesele, hakların sosyal faydaya dönüşmesi üzerineydi.

Sınıf Faktörleri ve Ekonomik Gerçeklik

Atatürk’ün ölüm yılına geldiğimizde Türkiye hâlâ büyük ölçüde tarımsal bir toplumdu. İşçi sınıfı çok zayıftı, köylü nüfusun çoğunluğunu oluşturuyordu. Celal Bayar’ın başbakanlığındaki “devletçilikten kontrollü uzaklaşma” politikaları, sınıfsal farklılıkların daha da görünür olmasına neden oldu.

- Köylü için asıl mesele hâlâ toprak ve üretim araçlarına erişimdi.

- Şehirlerdeki küçük burjuvazi ve tüccarlar, liberal adımlardan fayda sağlıyordu.

- İşçiler ise henüz güçlü bir örgütlenme bilincine sahip değildi.

Burada eleştirel bakış açısı şu: Atatürk’ün ölümüyle birlikte sınıf politikaları daha da belirsizleşti. Bayar’ın vizyonu, sermaye sınıfını güçlendirmeye yatkındı. Bu da toplumsal eşitsizliklerin derinleşme riskini artırıyordu.

Irk ve Etnik Kimlik Meselesi

1930’ların Türkiye’sinde etnik kimlikler oldukça hassas bir meseleydi. Kürt isyanlarının bastırılmasının ardından “tek millet” politikası hâkimdi. Azınlık topluluklarının (Rumlar, Ermeniler, Yahudiler) ekonomik ve sosyal alandaki varlığı, çoğunluk toplum tarafından sorgulanıyordu.

Atatürk’ün ölümüyle birlikte, bu toplulukların gözünde “güvenceli bir liderin kaybı” hissi doğdu. Bayar döneminde bu meseleler üstü kapalı şekilde devam etti. Empatiyle bakarsak, bu kimliklerin marjinalleşmesi onların aidiyet duygusunu zedeliyordu. Stratejik açıdan bakıldığında ise devletin “ulusal bütünlük” adına sert politikaları devam ettirildi.

Erkek ve Kadın Perspektiflerinin Çatışması

İşte tam burada toplumsal cinsiyetin getirdiği farklı bakış açıları devreye giriyor:

- Erkekler: “Ülke modernleşme yolunda ilerliyor, stratejik adımlar atılıyor. Sınıf ve etnik sorunlar devletin uzun vadeli planlarıyla çözülebilir.”

- Kadınlar: “Hakların uygulanmasında insan boyutu unutulmamalı. Etnik grupların, köylülerin, kadınların yaşadığı günlük zorluklar göz ardı edilirse, modernleşme sadece kâğıt üzerinde kalır.”

Bu iki yaklaşım birleştiğinde, aslında hem stratejiye hem de insana ihtiyaç olduğu daha net görülüyor.

Geleceğe Dair Yorumlar ve Forum Soruları

Bugün geriye dönüp baktığımızda, Atatürk’ün ölümünde başbakan olan Celal Bayar’ın yönetimi sadece bir siyasi geçiş dönemi değil, aynı zamanda toplumsal dengelerin yeniden şekillendiği bir dönemdi. Kadınların kazandığı hakların kökleşmesi, sınıf farklılıklarının yönetilmesi ve etnik kimliklerin varoluş mücadelesi, o dönemin en kritik meseleleri arasındaydı.

Şimdi forumda tartışmayı canlı tutmak için birkaç soru bırakmak istiyorum:

- Sizce Atatürk’ün ölümünden sonra kadınların elde ettiği hakların korunmasında Bayar hükümeti ne kadar başarılı oldu?

- Sınıfsal eşitsizlikler o dönemde gerçekten azaltılabildi mi, yoksa sadece üstü mü örtüldü?

- Etnik kimlik politikaları, ulusal bütünlük adına zorunlu muydu, yoksa farklı bir yol izlenebilir miydi?

- Erkeklerin stratejik, kadınların empatik yaklaşımlarını birleştirsek, sizce tarihsel olarak daha adil bir toplum yaratılabilir miydi?

Sonuç

Atatürk öldüğünde başbakan Celal Bayar’dı, evet. Ama mesele sadece bu bilgi değil. Asıl önemli olan, bu dönemin toplumsal cinsiyet, sınıf ve etnik kimlik faktörleriyle nasıl şekillendiğini anlamak. Erkeklerin çözüm odaklı stratejileri ve kadınların empatik yaklaşımları bir araya geldiğinde, tarih bize çok daha kapsamlı dersler sunuyor.

Şimdi söz sizde arkadaşlar: O dönemi değerlendirirken hangi sosyal faktörün en kritik rolü oynadığını düşünüyorsunuz? Gelin bu sorunun peşinden birlikte gidelim.